Turist Hüseyin amcam nihayetinde ikna oldu. Kapısı kapanmayan, yalpalayarak giden, her an her yerde kalabilecek gibi çalışan arabamla, levrek sezonunun sonlarına yaklaşmakta olduğumuz bugünlerde sansımızı uzaklarda deneyecektik.Hedefimiz Tuzla çayı ağzıydı, belkide Akliman ve belki de Babakale yanlarıydı.
Araba şayet bizi bir yerde bırakırsa da bizde onu kaldığı yerde bırakacak taksi çağırıp geri öyle dönecektik. İlk bozuk ve yağmurlu havada gitmek üzere sözleştik.
Perşembe gecesi baslayan yağmur ve sert hava Cuma sabahının erken saatlerinde yola çıkmamız gerektiğini müjdelemekteydi.
Sabahın 6’sında amcamı aldım,yola düzüldük. Gülpınar'daki benzinci kapalı olduğundan, planımızda değişiklik yaparak,Mermerci mendireğine gitmeye karar verdik. Amcamla suları ayrı okuyoruz, pek de anlaşamıyoruz. Zaten o kendince en iyi yerleri seçiyor ve bana başka yer seçmek kalıyordu. Bu durum geçmişte de hep böyle olmuştu.
Ben on kere razıydım. Benimle kim gelirdi ki taa buralara, hem amcamı da sahiden seviyordum, kaprislerine dayanmaya dünden razıydım.
Seçtiği yer Mendireğin başıydı. Bu rüzgarda o koca kayaların üstünden, neredeyse kuvvetli poyrazın üfürebileceği cesamette, 80 yaşına gelmiş bu ihtiyarın azmine saygı duymamak, av tutkusuna hayran olmamak elde değildi. Ben olta atar gibi yaparak hep onu kolladım. Denize düşüverir, kayalardan yuvarlanıverir diye hep korktum. Ama o bana kızıyordu, bunu anlıyordum, burnunun dibinde ne işim olaydı ki.
Neyse, kuvvetli rüzgar sonunda onu pes ettirdi, bizde mendireğin Babakale yönündeki arka kısmına yollandık. Kendisi uzadı gitti, oralarda bir iki kisi daha at çek yapmaktaydı.
Lodos esmiş, esmiş, erişteleri koca kayaların neredeyse tamamını örtecek kadar yığmıştı. Ortalık yumuşacıktı, amcam buralarda düşmez düşse de bir şeycik olmazdı. Buna kanaat getirdim ve işime bakmaya başladım.
Gözüme kestirdiğim yer dalgaların iki yönden kırıldığı, ortalıkta taze yeşil eriştelerin uçlarının göründüğü, suların çaydanlık gibi kaynadığı bir bölümdü.
Rover 128’mi güzelce bağladım. Yozuri Hybrid incecik acık yeşil misinama güveniyordum. Balık yapışırsa acık kalamamla sonuna kadar mücadele edecek, asla aşırı çekmeden, mücadelemi sürdürecektim.
Hüseyin amcam ilerileri beğenmemiş olacak ki bana doğru gelmeye başlamıştı. Ben o esnada dördüncü atışımı yapmaktaydım.
İki erişte kümesinin arasından üç kere geçmiş bu dördüncü denememdi. Evet bu kere oldu, ilk önce vuruşu ardından balığın içimi hoplatan parıltısını gördüm.
Balık misinamı alıp gitti, arada frenledim az çektim, saldım...Mehter takımı gibi, iki ileri bir geri...
Nihayetinde balığı öylesine yordum ki, eğilip sudan elimle alıverdim. Resimdeki kayanın üstüne koydum, Öylece kalakaldı ne bir çırpınış nede oynayış, sanki donmuş gibi kaskatı kesildi. Amcamın bu işe aklı pek ermedi. "Yahu senin balık ölümüydü?" deyiverdi.
İşin hikayesi böyle bakalım kendisini beğenecek misiniz?
Sevgiyle kalınız...
